Marakeş
29.01.2020 - 01.02.2020
Marakeş
29 Ocak 2020 Çarşamba Hideous Kinky
Türkçe'ye Fas Günlüğü diye çevrilen Kate Winslet'ın oynadığı Hideous Kinky filmini uzun yıllar önce karın aylarca yerden kalkmadığı uzak bir kasabada eski bir tüplü televizyondan izlemiştim. Hayat ne tuhaf. Marakeş içimi ısıtmıştı. Buraya geleceğimi biliyordum ama uzun yıllar geçmesi gerekti. Yine hayat..Gelip, sevip, tekrar tekrar geleceğimi ise tabiki bilmiyordum.
Jemaa El Fna Meydanına çıkan kapılardan
Lİmonatacının başında ağzımın suyu akarken
Marakeş'e Essaouira'dan 3,5 saatlik bir otobüs yolculuğuyla döndük. Hava ılık. Tren istasyonu yanındaki küçük gardan çıkıp otele yürüdük. Yürürken hava ısındı. Çanta ağırlaştı. Acelemiz yok. Mola verelim. Limonatacı kaş göz işareti yaptı. "Ver ordan iki limonata" dedik mi hatırlamıyorum. Ama ağır ağır limonları kesip sularını kollu narenciye sıkacağıyla sıkıp plastik bardakta uzatana kadar ağır çekim izledim limonatacıyı. Limonata çok güzeldi. Bundan mı sebep bilmiyorum ama aklımıza başka içecekler de düştü. Hava daha da ısındı. Ocak ayındayız şortla mı gezeceğiz derken Avrupalıların o işi çoktan hallettiğini gördük. Kendimizi yolumuzun üstündeki carrefoura atıp küçük şişe soğuk bir beyaz şarap ve peynir aldık. Otele gidip, yine o harika teraslardan birinde, otelin mutfağından aldığımız su bardaklarına Guerroune Blanc'ımızı koyarak güneşin batışını izledik. Oradan kalkmak hiç istemedim. Sadece, şehrin vaat ettiği her şeyi bir kenara koyup o anı dondurmak istedim. Gözlerimi kapatıp açtım. Çektiğim fotoğraf zihnimin çabucak geri getirilecekler bölümüne kaydoldu, bunaldığım zamanlarda açıp bakacağım. Ve yorgunluğum o terastan uçup gitti, az ötedeki Jemaa El Fna meydanına kondu. Çünkü birazdan oraya gideceğiz ve yorgunluk beni orada bulacak, biliyorum.
Jemaa El Fna Unesco koruması altında, kaos kelimesinin anlamını tam karşılayan, kaosu sevmediğimden değil ama yılan oynatıcıları, maymunu sevimli hale getirdiğini düşünüp acı çektiren sahipleri, her göz göze gelişte para talep eden satıcılarından rahatsız olduğumdan, benim için yorucu bir meydan. Ama yolunuz burada geçirdiğiniz günler içinde muhakkak bu meydandan geçiyor. Meydanda yapılacak en güzel şey taze sıkılmış meyve suyu alıp yürümek ve sonra da ara sokaklara girip çarşının içinde kaybolmak çünkü burası gerçekten göz alıcı bir çarşı. Renkli,çeşitli, eğlenceli, estetik, keyifle gezilecek bir çarşı. Tabii meydanda biraz bunalmadan o güzel ara sokakların ve gizli köşelerde kalmış küçük meydanların da tadı çıkmıyor. O yüzden biraz vakit geçiriyoruz meydanda. Hava kararmaya başlayınca bir Marquez hikayesi kahramanı gibi beliren kafasında horozu elinde cümbüşü ile hikaye anlatıcısı adam, çember oluşturmuş bir grup vurmalı çalgıcı, kına yapan kadınlar, tuhaf parlak kıyafetler giydirilip süslenmiş ve boynunda acımasızca ağır zincirler taşımak zorunda kalan zavallı gösteri maymunları, kavalıyla oynattığı yılanla gururlanıp bir taraftan da fotoğrafının çekilip çekilmediğini kontrol eden ve çekildiğini görürse yanındaki genç adamın hızlıca yanınıza gelip avucunu açtığı bir başka gösteri daha.. Ortadaki plastik masalarda yemek yiyen herkes. Cızırtılı ve kokulu yiyecekler ve turist kalabalığı. Bilmem anlatabildim mi..
Yeterince bunalınca, daha önceki gelişlerimden bildiğim, çünkü her zaman bir mihenk taşı vardır gittiğin yerlerde hikayesi, sevimli, küçük, huzurlu Epices Meydanı'na atıyoruz kendimizi. Belki büyükçe bir avlu desek daha doğru olur buraya. Nefes alınacak bir yer. Epices Cafe'de Berber Viskisi içiyoruz. Yani ballı nane çayı. Buraya sonra da hep geleceğiz. Kahvesi de güzel kahvaltısı da. Avluda örgü bereler, hasır şapkalar, sepetler, sabunlar, kokular satılıyor hem yerde ve tezgahta hem avluya bakan küçük dükkanlarda. Ben en çok, argan elbetteki en yaygın ve meşhur olanı ama, amber kokularını seviyorum. Sabunu da kokusu da tartılarak gramla satılıyor. Değerli mi değerli.
İspermeçet balinası ile mürekkep balığı hikayesini orada öğreniyorum. Okyanusta bir gün.. İspermeçet balinası mürekkep balığını yutar. Mürekkep balığı panikle simsiyah mürekkebini püskürtür. Zaman geçer ve balinanın midesindeki mürekkep katılaşmaya başlar. Balina öğütemez hale gelince bu kütleyi dışkı olarak vücudundan atar. Okyanusun dibine.. Bir gün bir denizci bulur, elindekinin kıymetini zamanla anlar. Adına amber denir. En güzel mücevherler yapılır. En kıymetli parfümler sıkılır bu kütleden. Biraz araştırınca görüyorum ki, insan hep en acımasızı yeryüzünün, dışkıya okyanus dibinde kolay ulaşamayınca işini şansa bırakmıyor. Balinayı yakalayıp midesini yararak alıyor.
Meydanın yan sokaklarından birinde Riad Monceau'nun terasında La Pergola Rooftop Jazz Bar tesadüfen karşımıza çıkıyor. Haftanın bir günü bir grup çalıyormuş o da bugün. Müzik dinleyip şarabımızı içiyoruz. Marakeş hep sürprizli.
Gueeroune Blanc 2018 Sauvignon Blanc, Ugni Blanc üzümleri, Meknes Bölgesi)
La Petit Ferme A.O.G. ZAER Rouge (Merlot ve Marcelan üzümleri, Rabat bölgesi)
Buraya bir Fas şarapları notu da düşelim. Fas'ın ağırlıklı şarap bölgesi; Fez- Meknes- Casablanca- Rabat arasındaki bölgeler. 1912'de Fez Antlaşmasıyla Fas Fransa himayesine girince Fas şarabı da iyi üretim teknikleriyle artan kalitesi sonucu küresel şarap endüstrisine katkıda bulunacak noktaya gelmiş. Şöyle bir internet bilgisi ile açabiliriz belki şarap konusunu:
"Fas, 1956'da tam bağımsızlığını yeniden kazandığında, on binlerce hektarlık verimli üzüm bağları, Fransız yaratıcılarının uzmanlığından mahrum kaldı. Fas şarap endüstrisi de hem yerel hem de anakara Fransa'daki önemli Fransız tüketici tabanını kaybetti. Bu, bağımsızlığını yeni kazanmış Fas için yeterli değilmiş gibi, sadece 10 yıl sonra, AB zorlu yeni ithalat / ihracat mevzuatı oluşturdu. Bu, Avrupa'yı Fas şarabı pazarı olarak etkili bir şekilde ortadan kaldırdı. Hem İtalya hem de Fransa, o zamanlar çok büyük şarap fazlasına sahipti ve genellikle üstün şaraplarını önemli ölçüde düşük fiyatlarla satıyorlardı. Bu, Fas şarap ihracatı için son bir darbe oldu. 20 yıl içinde, hemen hemen her Fas bağı ya devlet tarafından ele geçirildi ya da kazılıp yerini tahıl mahsulleri ald
Elbette birçok kişi Fas'ın bir şarap ulusu olarak zamanının bittiğini varsayıyordu. Bordo Üniversitesi mezunu Kral II. Hasan Fas'ın bağ potansiyeline denizaşırı ilgiyi canlandırması için 10 yıllık bir kampanya yürüttü. 1999 yılının Temmuz ayında öldüğü sırada, çeşitli büyük Fransız şarap şirketleri birkaç bin hektarlık alana Carignan , Cinsaut ve Grenache ekiyorlardı . Bu çeşitler şimdi , Syrah , Cabernet Sauvignon ve Merlot ile birleştirilip kupaj yapılıyor (ve yakında sayıca daha az olacaklar). Fas şarabı üzerindeki Fransız etkisi şimdi belki de her zamankinden daha fazla.
Yukarıdaki listeden anlaşılacağı gibi, Fas'ta üretilen şarabın büyük çoğunluğu kırmızı. Küçük miktarlarda beyaz şarap, Chenin Blanc ve güney Fransız klasikleri Muscat ve Clairette gibi ürünlerden yapılıyor . Şaşırtıcı bir şekilde, daha soğuk iklimleri tercih ettiği göz önüne alındığında, Sauvignon Blanc da burada ve artan hacimlerde yetiştiriliyor. Daha az şaşırtıcı bir şekilde, aynı şey Chardonnay için de geçerli (...)
Domaine de la Zouna, Meknes
30 Ocak 2020 Perşembe
Meydandan çıkıp yürümeye başlayınca Marakeş'te görmek isteyeceğiniz yerler de yavaş yavaş karşınıza çıkıyor. İki farklı yöne iki farklı gün ayırmak iyi olabilir elbette. Yoksa koşarak gezmek hem yorucu hem anlamsız değil mi? Epices'de Kahvaltı
Jemaa El Fna meydanından çıkıyorsunuz Palais de la Bahia yönüne. İlk durak; Bahia Sarayı.
Bu sarayın 19.yy'da vezir Ahmed İbn Moussa yapılmasını istemiş. Dönemin en artistik sarayı. Her yer muhteşem el işçiliği çinilerle kaplı. Biraz yürüdükten sonra Palais el Badii geleceğiniz ikinci durak. 16. yy'da Sultan Ahmed El Mansour'un isteğiyle yapılmış. 360 odası olan kilden yapılmış çok büyük bir saray burası. Üçüncü durak Saadien Tombs. Saadi Mezarları içinde Fas sultanı Ahmed El Mansour'un türbesinin de bulunduğu, içeride ve bahçede iki yüze yakın mezarın olduğu 18. yy'a kadar mezarlık olarak kullanılan bir alan. Üzerine toprak yığılarak kapatıldığı için 1917 yılında havadan yapılan bir çekim sırasında farkedilip açılmış. Meydandan çıkıp ince bir u çizmiş oldunuz yürüyerek. Sırada Koutoubia Camii var. Marakeş'in en büyük camisi ve çok estetik bir minareye sahip.
Adı buraya yakın bir kitap çarşısı olduğundan, Koutoub'dan geliyor. Berberi Kral Yakup Mansur tarafından 1184-1199 yılları arasında tamamlanmış. Yoruldunuz buraya kadar. Şimdi camiden ana cadde boyunca yürümeye başlarsanız bir parkın içinden geçiyorsunuz.
Cyber Park, yemyeşil, düzenli, içinde çok yaşlı ağaçların ve farklı türlerde bitkilerin de olduğu, oturup dinlenseniz de içinden geçip gitseniz de huzur verici bir yer. Meydana çok yakın olduğu için sığınak gibi geldi bana. Bu parkın içinden geçince ileride solda bir Carrefour var. İhtiyacınız olan bir şey varsa alıp tekrar meydana dönebilirsiniz yoksa da 2 katlı bu carrefouru dolaşmak ve hava sıcaksa (ki Ocak ayında bile sıcaktı) soğuk bir içecek alıp çıkmak bile keyifli. Biz kruvasan, peynir, fıstık ve şarap aldık. Tabii bir de su. Bu marketin içinde içine istediğiniz malzemeyi koydurabileceğiniz sandviçler de hazırlıyorlar aklınızda bulunsun..
Akşam avare avare meydan ve etrafındaki sokaklarda dolaştık. Avare ne güzel kelime. Ilık bir akşamüstü yabancısı olduğun, dilini bilmediğin bir şehirde, tuhaf bir cümbüşün izleyicisi olmak, içine düşmeden o cümbüşün etrafında dolaşmak muzip bir zevk veriyor insana. Akşamın sessizce geldiği otelin terasında küçük bir şişe Toulal Prestige Rouge 2018, biraz edam, biraz da fıstık. Jmea El Fna'dan yükselen ızgara dumanları, çan sesleri ve biraz da uğultu. Güneşin bile sessizce batışı. Bu kadar gürültüyü biz çıkarıyoruz sanki koca evrende. Marakeş'teki ikinci günümüz de bitiyor.
Toulal Prestige Rouge 2018 (Grenache, Alicante Bouschet, Carignan, Cinsault üzümleri, Meknes Bölgesi)
31 Ocak 2020 Cuma
Jemaa El Fna Meydanı'ndan dün yürüdüğünüz yolun ters istikametine yürüdüğünüzde Bin Yusuf Medresesi ve hemen yanındaki Marakeş Müzesi'ne gidebiliyorsunuz. Yolunuzu Epices avlusundan geçirirseniz Cafe de Epices'in bahçesinde bir kahve ya da nane çayı içmek iyi gelecek. Medrese Merenid Sultanı Abou el Hassan tarafından 14.yy’da kurulmuş. Sonrasında 1560’lı yıllarda Saadianlar medreseyi yeniden inşa edip çini ve ahşap oymacılığıyla süsleyerek kendi sanat ve mimari izlerini bırakmışlar.
Majorelle Bahçeleri'ne giderken tabakhane ya da deri dükkanlarına götürmek için ısrarcı olan gençler çıksa da karşınıza eğer Fez'e gidecekseniz tabakhane ve dericiler asıl orada görülmeli ama gitmeyecekseniz Marakeş tabakhanesi görülebilir. Eğer koku seviyorsanız yolunuzun üzerinde (Rue Diour Saboun üzerinde Musee du Parfum) Parfüm Müzesi'ni gezebilir, isterseniz yarım saat içinde kendi parfümünüzü oluşturabilirsiniz (400-1000 dirhem arası değişiyor fiyatlar). Gül parfüm için çok önemli Fas'ta. Hatta dünya parfüm endüstrisi için de güller çoğunlukla Fas'tan gidiyor. Her yıl Mayıs ayı başında Atlas'ın güneyindeki M'gouna'da bir gül festivali düzenleniyor.
Hemen yanıbaşındaki sokakta Limoni adında çok hoş bir İtalyan restorantı var. Bahçesindeki limon ağaçları altında limonlu panna cotta molası verebilirsiniz tabii yanında çok güzel bir kahve garanti. Hafif bir dönüşle Jardin Majorelle çıkacak karşınıza. Majorelle Bahçeleri Fransız ressam Jacques Majorelle'nin sahip olduğu bir arazi üzerinde dünyanın birçok yerinden getirilen çeşitli bitkilerle oluşturulan büyük bir bahçe. Yves Saint Laurent burayı satın alıyor ve kendisinin Fransa'dan sonraki ikinci evi oluyor. Zamanında dünyaca ünlü insanlara ev sahipliği yapmış bu art deco mimariye sahip ev ve bahçe artık müze olarak ziyarete açık. Bundan sonra ara sokaklarda tezgahlara bakarak, dar sokakların ışığını izleyerek, küçük dükkanlardaki deri ve ahşap işlerini ya da kumaşları inceleyerek, hiçbir şey düşünmeden sadece yürüyüp şehri tanımak için kendinize zaman vererek zaman geçirseniz güzel olur sanki. Bir kafede sokaktaki masalardan birine oturup etrafı da izleyebilirsiniz gelen geçeni de. Koşuşturmaca içinde şehrin sesini duyamıyorum ben. Böyle anlar paha biçilmez.
Akşam yine La Pergola Rooftop Jazz Bar'dayız. Bu akşam canlı bir grup çalmıyor ama hafif bir müzik var terasta. Yıldızlar, şarap, yolun yorgunluğu, son günün tuhaf hüznü ve ağırlığı. Bir sürü duygu bir arada, o terasta, masadaki mumun etrafında, hep birlikte bakışıyoruz. Ah Marakeş ne desem sana.. İnsanı gün içinde silkeleyip yıpratıp sonra akşamları böyle tatlı tatlı gönlünü alan kırmızı şehir.
Volubilia Classico 2016 (Syrah, Cabarnt Sauvignon, Tempranillo üzümleri, Meknes Bölgesi)
01 Şubat 2020 Cumartesi
Sabah taksi çağırıp Menara Havaalanına 15 dakikada ulaşıyoruz. Sabah o gürültülü meydan bomboş, sessiz ve yabani. Eyvallahı olmayan, güzel bir yabanilik. Şehri turistlere bırakıp Atina aktarması için uçağa gidiyoruz.
Posted by yolgunlukleri 11:25 Archived in Morocco