Marrakesh, Essaouira 2021 Ağustos
07.08.2021 - 13.08.2021
"Yer oradadır, kişi ortaya çıkar; sonra kişi gider, yer orada olmaya devam eder. Yer kişiyi oluşturur, kişi yeri dönüştürür." Saramago, Defterler
07 Ağustos 2021
Yeni havaalanına Mecidiyeköy'den 40 dk'da H2 ile ulaşıyoruz. Nereye gideceğimizi henüz bilmiyorum ve şaşkın şaşkın ipucu arıyorum. Bu seyahat bana sürpriz. Check in için Air Maroc'a yönelince yüzüm gülüyor tabii. Hem de bayağı gülüyor. Fas'a gidiyoruz. Yolu tasarlamak, organize etmek işleri bendedir genelde. Yapmayı çok severim çünkü. Günler öncesinden hazırlanırım, planlarım, okurum, düşünürüm, paylaşırım. Ama böyle sürprizli de güzelmiş. Plan Murat'ın Portekiz hayali ile başlamış, Portekiz sınırlarını açmayınca Fas'a yönelmiş. Harika olmuş.
"Aa sen oraya daha önce de gitmedin mi? Neden yeni bir yere gitmiyorsun? " sorusuna ne cevap versem bilmiyorum genelde. Defalarca gittiğim şehirler var ve nedenini kendim bile tam olarak bilmiyorum. Ama sanırım orayla kurduğun bağlarla ve gittiğin yerde kendinden neler bulduğunla ilgili olabilir. Yani yeni bir yerlere de gidiyorum ve çok heyecanlanıyorum elbette ama bazen daha önce gittiğin bir yer artık senin için bir ülke ya da şehir adı olmaktan çıkıp sevdiğin ve özlediğin bir yer haline geliyor. Marakeş'in çarşılarını ve rengini seviyorum. Essaouira' da çook uzun aylar geçirebilirim. Oranın da sabahını, alize rüzgarlarını, gün doğumunu ve günbatımını, okyanusun değişkenliğini, sonsuza dek uzanıyormuş gibi görünüp sonra bir anda yanında bitiveren dalgalarını, o dalgaların gece sana çok yaklaşıp sabah sanki vedalaşır gibi ayrılmasını, uzaklaşmasını, küçük kasabanın yataylığını ve beyazlığını, o beyazlığın içinde bir sürü renk olmasını, sanatını, işlemelerini, ahşabı, üreten kadınlarını, adamlarını, bademden el değirmenleriyle yağ çıkarmalarını izlemeyi, deniz ürünlerini, şarabını, martılarını. Yani artık büyük harfle başlayan bir isim değil de küçük harfle yazılıp araya bir sürü virgül konulan detaylarını seviyorum. Belki siz de seversiniz diye yazıyorum. Yoksa gitseniz benim gördüğümü görmezseniz kızmayın, ancak benim gördüğüm bu, belki siz daha fazlasını bulursunuz belki daha azını.
Havaalanı freeshopundan çevir-aç kapaklı bir şarap alıp herhangi bir kafeye oturuyoruz. Kafeden bir küçük su alıp iki karton bardak istiyoruz ve yolculuk kutlaması yapıyoruz. Yellow Tail, Avustralya, 2019, Merlot. ( Havaalanı freeshop fiyatları artık eskisi gibi değil maalesef. En alt segment şarap 7 eurodan başlıyor.) Şarabı beğeniyoruz. Yolculuklara içiyoruz. Her türlüsüne..
Uçağa gidiyoruz ve silme bebek olduğunu görüyoruz. Her üçlü koltuğa bir Afrikalı bebek düşüyor. Çok sevimliler şu anda. Sempatik sempatik etrafa bakıyorlar. Minnacık, saçları bir sürü küçük, renkli tokayla sıkı sıkı toplanmış. Uçak kalkıyor. 5 dakika geçmeden hostesleri bile şaşkına uğratan feryat başlıyor. (Saçlarını bu kadar sıkı toplamasa mıydınız acaba?) Bu feryat 4 saat sürüyor. İnsan böyle durumlarda çözüm bulmak istiyor ama elinden bir şey gelmiyor.
Yolculuğumuz daha önce de gidip çok sevdiğimiz Essaouira üzerine odaklanıyor (5 gün). Ondan önce Marakeş'teyiz (2 gün). Ülkeye girişte covidle ilgili, aşı bilgilerimizi, pasaport bilgilerimizi, kalacağımız yerin adını vs isteyen bir form dolduruyoruz. Girişte sorun olmuyor eğer ki iki doz aşınız ya da pcr testiniz varsa. Kalacağımız riadın sahibinin gönderdiği transfer aracıyla gece 12 gibi otele varıyoruz.
08 Ağustos 2021
Marakeş'te terasında buram buram yaseminlerin koktuğu bir riadda, dün gece havaalanına transfer aracı gönderen ve bizi saat 12'yi geçmişken sokakta karşılayan otel sahibi kahvaltımızı hazırlıyor. O kokular arasında sıcak pide, birkaç çeşit reçel, bal, zeytin, sahanda kimyonlu yumurta ve burada tüketmemelerine rağmen bizim için alınmış üçgen peynirlerle kahvaltı yapıyoruz. Sonra da bu kadar tenha görmeye alışmadığımız sokaklara çıkıyoruz. Marakeş pandemi yüzünden sakin ve rahat gezilebiliyor. Özlem gideriyoruz.
Hava bugün 33 derece olacak. Çok sıcak değil. Hatta sabah hafif bir serinlik var. Kısa bir yürüyüşle geldiğimiz meydanda da az sayıda insan var. Bir yere giderken Jma El Fna meydanından geçmemek mümkün değil. Oradan geçip bir çarşıya doğru giriyorsunuz ve nerdeyse bir avlu büyüklüğündeki Epices Meydanı'na çıkıyorsunuz. Burası gidilmezse olmaz yerlerden. Epices Cafe'de o kahve içilecek. (Kahveler 10 rupi. 10 rupi 1 euro. Son gelişten sonra euro 5 ile değil 10 ile çarpılıyor o yüzden fiyatlar biraz hayal kırıklığı. Ama hala idare eder. Zira 15-25 euro arası gayet güzel riadlarda kalabiliyorsunuz.)
Yüzümüzü meydana dönüp kahvemizi içiyoruz. Meydanda hasırcılar, kilimciler, sabun, yağ, kokular, otlar satan küçük dükkanlar var. Meydanın ortası da bir küçük pazar gibi hep. Çok ünlü bir restaurantı var buranın, bir Netflix belgeselinde de izlemiştim; Nomad, akşam için gitmeye niyetleniyoruz ama "Seyahatteyiz" yazısı asılı kapıda. Pandemi dönemi kapanan mekanlar var umarım öyle değildir. Bir dahakine artık diyorum ben. (İşte bunlar bir yere tekrar gitmek için hep bahane. Hayat güzel bahaneler üretme hali değil de nedir zaten.. ) Epices'ten birkaç koku alıyoruz; portakal çiçeği, amber, yasemin. Ve sonra akşama kadar sokaklardayız. Hava öğleden sonra ısınsa da bunaltmıyor. Fotoğraf çekiyoruz. 19. yy'dan kalma Bahia Sarayı'nın bahçesine bayılıyoruz. Bahia "güzel, parlak" demekmiş. Mozaikleri, ahşap işçiliği ve mermerlerle süslü birçok odadan oluşan, o odalardan avlulara açılan, sedir, kayın, turunç ağaçlarıyla dolu 8000 m2 büyüklüğünde yatay bir saray burası. Beni şu portakal ağacıyla çeksene diyorum Murat' a. Bir sürü çekiyor. Hiçbiri aslına benzemiyor. Kendimi portakal ağacının yanında fazlalık hissediyorum. O kadar güzeller..
Sonra sokak arasında bir kafede portakal suyu içiyoruz. Portakal suyu Faslıların uzmanlık alanı.
Hava sıcak. Başka bir ara sokakta, sacda, içine soğan, biber vs koyarak bazlama gibi bir şey yapan bir kadın var, içeride de küçük bir plastik masa. Oturalım mı diyorum. Bir tane isteyip paylaşıyoruz. Etraf pis. Yanına bir de nane çayı ikram ediyorlar. Murat'ın burada nasıl yediğine şaşırıp sonra fotoğraflardaki şu ifadeyi görüyorum.
Mutlaka gittiğimiz yerlerde bir Renault 4 fotoğrafı çekiyoruz.
Carefour'a giden yoldaki Cyber Park'ın içinden geçiyoruz yine çok güzel. 18. yüzyılda Sultan Sidi Muhammed Ben Abdellah'ın emriyle yapılıp ardından oğlu Prens Moulay Abdeslam'a verilen, ilk yapıldığı zaman daha da gösterişli olan geniş bir botanik bahçesi burası. Bir düğün hediyesi.
Şimdiyse şehrin içinde nefes alınabilen, içindeki ağaçların ve çiçeklerin güzelliği, gölgesi ve sessizliğiyle rahatlatan, her geldiğimizde mutlaka gittiğimiz bir yer artık.
Market serin. Akşam için şarap, peynir, kraker, su alıyoruz. Dönerken yine meydandan geçiyoruz ama Pergola Rooftop (daha önce geldiğimiz terasta jazz bar) bizi çağırıyor. Teras esintili. Casablanca biralarımızı içip otele dönüyoruz.
Akşam terasta sofra kuruyoruz, yaseminler mis. Domain de Sahari (60 dh) daha önce denemediğimiz bir şarap. Meknes bölgesinden, Grenache, Carignan ve Cinsault üzümlerinden bir kupaj. Ben kadehimi bu güne kaldırıyorum. Tam da "bu" gün. Hani yaşanan, taze, anısı hala canlı olan, sonrasını hiç karıştırmadan, hayatın soluğu hala kulağında, yorgunluğun geçmemiş, kendini var hissettiğin bu güne.
09 Ağustos 2021
Sabah terasta kahvaltıdan sonra Epices Meydanı'na gidip kahve içiyoruz. Aynı şeyi defalarca yapıp defalarca yazabilirim. Kahve içip sokaklara. Kahve içip sokaklara..
Bin Yusuf Medresesi iki yıldır tadilattaymış. Giremiyoruz. Yakınındaki, daha önce geldiğimizde çok sevdiğimiz limon bahçesi içindeki Limoni'ye gidiyoruz. "Kapalı" yazısı asılı. Pandeminin vurduğu yerlerden mi bilmiyorum. Umarım değildir.
Meydanda portakal suyu molası, çarşıda uzun uzun bakınma, boncuklara, kumaşlara, örtülere, bileziklere, deri işleyen, ahşabı oyan, tıkır tıkır işleyen ellere, çarşının içindeki değişken gün ışığına, sokaklara taşan nane kokularına, o kokunun geldiği nane tezgahlarına, her şeye.. Yorulunca ,dışarıda tabelasını gördüğümüz bir kafeye girip terasına çıkıyoruz. Shtatto'nun çok güzel bir manzarası var; pembe bir Marakeş görüyorsunuz. Kızıl şehrin renkleri güneşten açılmış gibi. Kahve ve bir tatlı söylüyoruz. Cream pastilla. Ferah, elmalı bir tat bu. Güzel müzikler çalıyor, minderler rahat. Ta ki ezan sesi gelene kadar. İmamın biraz olsun müzik kulağı olsa dinleyeceğim. Ama hiç yok, hiç.. Otele gelip avluda biraz dinleniyoruz. O sıra otelci bize taksi çağırıyor ve tren istasyonunun hemen yanındaki otobüs firması Supratours'a götürüyor. ( 50 dh)
"Bir gün birileri öte geçelerden Islık çalar yanıt veririz" Okuduğum dergide yazıyor. Gülten Akın'ın İlkyaz şiirinden. Erken gelmişiz. Biletimizi alıp tren istasyonu içindeki kahvede vakit geçiriyoruz. Saat dörde gelirken Essaouira otobüsüne giriyoruz. En arka koltuklara. Otobüs dolu. Yolculuk 3,5 saat sürüyor. Bir molası var küçük bir tesiste. Bahçesi, içeride restaurantı, lavaboları ve küçük hediyelikler satan bir bölümü var. Bahçede kahve ve nane çayı içiyoruz. Yolun bir bölümünde kontrol için durduruluyor otobüs. Aşı kartlarını kontrol ediyorlar. Essaouira'ya vardığımızda hava kararmak üzere. Otele gidiyoruz. Akşam yemeğimiz son kalan yol kurabiyelerimiz ve otelde kalan bir ailenin bizimle paylaştığı meyveler. Yorgunluk çünkü son noktada.
Burada su içiyorum kesinlikle.
10 Ağustos 2021
Sabah terasta serçelerle, martılarla kahvaltı. Meydanda kahve. Şehirler değişse de bunlar değişmiyor. Normalde kahve önce kahvaltı sonra geliyor ama kahvaltının saati 8.30-10.30, geç kalıp günü kaçırmak istemiyoruz. Mavi terasta, portakal sulu, kahveli (otel kahvaltılarında çözünür kahve kullanıyorlar genelde) bol tatlılı(3-4 çeşit reçel ve ballı, bana pek uymuyor), tereyağlı kahvaltı. Kahvaltı hazırlayan kadın değişmiyor, daha önceki gelişlerimde terası nasıl bıraktıysam o da aynı sanki. Ekmek ve tereyağı seven martılar da aynı gibi. Buna emin değilim elbette. Ama neden olmasın? Kızarmış ekmek var, ayrıca krep ve kruvasan. Ve hatta sahanda kimyonlu yumurta.
Sokaklar yine güzel. Bazı mekanlar kapanmış, geçici mi yoksa pandemi sürecinde dayanamayıp sürekli mi kapandılar bilmiyorum. Dar Baba da kapalı. İtalyan kadının mekanı, benim pek çok sevdiğim. Yürüyoruz. Kasabanın arka kısmı yani kalenin olduğu bölüm vahşi karakterli Essaouira. Gün içinde okyanusun karayla birleştiği, katman katman görünen yerlerin ışığı da değişiyor, puslanıyor, berraklaşıyor, kızıllaşıyor. Kayalara çarpan dalgalar patlayıp etrafa saçılan cam kırıkları gibi. Ara ara, o, kara mı su mu olduğu belli olmayan düzlük kısımlarda, hasır şapkalı, çizmeli insanlar dolaşıyor, ıslak kayaların arasında midye mi arıyorlar bilmiyorum. Ama ellerinde kocaman asalarla büyüleyici görünüyorlar, yerdeniz ve Ursula Le Guin karakterleri onlar.
Otele giden sokaktaki, içeriden hep güzel müzikler yayılan, festival posterleri de satan cd ciye giriyoruz. Bu sene Gnawa festivali olmamış ama seneye olacak diyor Rafik. Belki Haziran'da biz de geliriz, neden olmasın.. Yine aynı sokaktaki( La Grand Large'ın sokağı) küçük, temiz tatlıcıdan (L'amandine Souiria), bizi "merhaba" diyerek karşılıyor sahibi, portakal çiçeği-bademli ve cevizli-tarçınlı kurabiye seçip otele gidince içine de susamlı çıtırlardan attığını görüp seviniyoruz.
İlk defa yazın gelmenin heyecanını yaşıyorum. Mayom içimde, havlumu çantaya atıp koşa koşa okyanusa.. Dememle okyanusta yüzülemeyeceğini anlamam arasında birkaç dakika var. Islanıyorsun pek şahane ama yüzmek fantastik. Murat'ın arkasından bakıyorum. Biraz boğuşup dönüyor. Eğlence buymuş meğer. O zaman dalgaların üstünden atlamaca..
Hava sıcak ama çok da yakıcı değil, rahatsız etmiyor. Sahilde kahve içip (espresso 15 dh) Carefour'a yürüyoruz. Akşam için birşeyler alacağız ama alkol reyonu dün ve bugün kapalıymış. Neden bilmiyorum dini, özel bir gün mü anlamıyorum. Bugün birkaç atıştırmalık ve meyve alıyoruz, eşlikçiler tamam, içecekler yarın. Yürüyerek otele dönüyoruz. Çarşıda pita falafel yiyip (20 dh ve nefis) birkaç dakika yürüyerek surlarda güneşin batışını izliyoruz..
11 Ağustos 2021
Sabah erken kalkıp bu kez kahvaltıdan önce sokaklarda kimseler yokken çıkıyoruz. Üzerine bir şal ya da hırka alınacak kadar serin sabahları. Fotoğraf çekiyoruz, yürüyoruz, kayboluyoruz, çok güzel sokaklar, kapılar, kemerler, balkonlar görüyoruz. Bu kadar sakin ve sessizken ve o güzelim kapıların önü satılan bir sürü ürünle dolmamışken herşey çok farklı görünüyor. Chez Mustafa'da Cafe noir içiyoruz. (Meydana bakan, espressosu iyi yerlerden biri, 12 dh).
Otele gelip 9.30 gibi kahvaltı yapıyoruz. Normalde uyum sağlarım ama kahvaltıdaki reçel, bal fazlalığı beni yoruyor sanırım. Dün marketten aldığımız dilimli cheddar peynirlerden alıyoruz terasa çıkarken yanımıza. Kimyonlu yumurta yine güzel; Fas'ta bir kahvaltı klasiği. Onun dışında krep, kruvasan, tereyağı da. Yine içimize mayomuzu giyip Carefour'a gidiyoruz. Carefour'a giderken içimize neden mayo giydiğimizi dönüş yolunda okyanusta ıslanmak için olarak özetleyebilirim.
Yol üstünde, burası kasabanın girişi gibi oluyor aslında, yola anahtar destesi atıp arabalara işaretler yapan genç adamlar görüyoruz. Araba durmuyor, eğilip anahtarı yerden alıyor, arkasından geçen başka arabanın önüne atıyorlar. Pansiyon ya da otel sahipleri mi acaba diye düşünüyorum, daha önceki gelişlerimde gördüğüm bir şey değil. (Dönüş yolunda birinin anahtarı yola attıktan sonra ellerini eğerek başının altına yastık gibi koyup sonra iki eliyle ortada kalp işareti yaptığını görüyorum. Olay aydınlanıyor.)
Marketten bir Guerrouane Gris 2019, bira, abur cubur (çantada yer varsa marketten bir şeyler alıp eve götürmeyi seviyorum) alıyoruz. Bir de eve götürmelik kırmızı şarap. Okyanus kenarından yürüyerek, puslu görüntünün içinde salınan develerin, atların olduğu kısa gezintiler yapabileceğiniz turistik ve fotoğraflık bir bölüm burası.
O tarafa geçmeden windsurf ve kitesurf yapanların rengarenkliğini izleyerek ilerliyoruz. Sonra o genişlik içinde bir noktaya havlumuzu serip oturuyoruz. Bir birayı paylaşıyoruz, denize girip ıslanıyoruz, kıyıda dalgalarla ve suyun kumu kaydırarak ayakların altından hızla çekilişiyle oynuyoruz. Uzun zaman geçiyor. Okyanusa bakmak her zaman güzel; Essaoira'nın arkasındaki vahşilikten bakmak da, buradaki uçsuz bucaksız dümdüz sahilden de.
Hemen arkamızdaki restauranta oturup yarım şişe (burada küçük şişeler de 37,5 ml oldukça yaygın) beyaz Cuvee de President (65 dh) söylüyoruz. Bir de kalamar tabağı (40 dh). Şarap koku ve tat konusunda çok zayıf çıkıyor, üzerinde tarih yazmadığı için de fikir vermiyor. Ben yeni bir şarap olmadığını düşünüyorum. Yanındaki pilava gerek olmasa da kalamar nefis. Otele gelip aldıklarımızı buzdolabına koyuyoruz, duş alıp tekrar çıkıyoruz.
Çarşıda neredeyse bütün sokaklara giriyoruz. Doğal, keten rengi her şeyi seviyorum, bir dükkanda maskeyle elbise bile deniyorum. Bir kaç küçük, Fas desenli kase alıyoruz hediyelik. Bir restaurantın sokaktaki masalarından birine oturup bir pastillayı paylaşıyoruz. Pastilla iki çıtır hamur arasında etli ya da sebzeli, isteğe göre değişen, baharatlı, aslında daha çok tarçınlı, fıstıklı tatlı bir börek gibi. Daha önce Fez'de yiyip sevmiştim. Otele gelip dinleniyoruz. Farketmeden yine uzun mesafeler yürümüşüz.
Akşam surlarda bir terastan güneşin batışını izliyoruz. Gündüz gördüğümüz, menüsünde şarap da olan bir restauranta gidiyoruz akşam yemeği için. Küçük bir yer burası, bir yeri bulamamak mümkün değil, hatta aynı yerlerden defalarca geçiyorsunuz. Les Alizes, sahibi aşırı derecede güleryüzlü, geleneksel bir Fas Restaurantı. Menüde şarap var fiyatlar çok da uygun (120 dh) ama yemekler daha çok tajin ve meze diyebileceğim tipte. Yani rakı olsa güzel sofra olacak. Yine de zalook (patlıcanlı, baharatlı bir tabak) ve moroccan salad alıyoruz. Önden üç çeşit zeytin, küçük pideler geliyor. Bir masa daha var bizden başka. Üç çocuklu bir Fransız aile. Onun dışında fazla yabancı turist yok. Normalde bu aylarda her yerin dolu olduğu, Avrupalı turistin çok geldiği bir kasaba burası. Surf için özellikle. Şimdi mekanlar da sokaklar da fazlasıyla sakin.
Dönüşte yine tatlıcıya uğrayıp birkaç çeşit küçük kurabiye alıyoruz. Teras bu kez bayağı serin.
12 Ağustos 2021
Sabah yine kahvaltı öncesi kahvesi Chez Mustafa'nın sokağa bakan masalarında. Karşısında büyük ağaçlar var; sokağın üstünü örten dalları ve büyük yapraklarıyla sokağı güzelleştiriyorlar. Ara sokaklarda yürüyoruz. Aynı yerlerden geçip her defasında başka şeyler görmek ne güzel. Otele gelip geç kahvaltı yapıyoruz. Çantamızı hazır hale getirince rahatlıyorum. Otelin güzel tarafı geceye kadar odada kalabileceğiz. Başka rezervasyon olmasa da kabul etmeyebilirlerdi.
Daha önceki gelişimizde çok sevdiğimiz Galery Kasbah'a gidiyoruz. İki katlı, ortada bir avlusu ve içinde onlarca küçük odası olan, her odasında farklı bir sanatçının resim-heykel- deri çalışmaları satılan çok güzel bir yer. Geçen sene deri işi kare bir - üzerinde gökyüzünde karşılıkları olan anlamlı figürlerin olduğu- resim almıştık. Şimdi de benzer, yan yana çok güzel duracaklarını hayal ederek- başka bir resim alıyoruz. Küçükler. Galerideki adam tanıyıp sohbet ediyor, indirim yapıyor. Resimleri de rulo yapıp dışını mukavva ile kaplayarak teslim ediyor. (100 dh)
Bir yan sokaktaki kitapçıya girip biraz etrafı kurcalıyoruz. Farklı dillerde ikinci el kitapların, posterlerin ve plakların satıldığı mavi bir kitapçı. Plakları pahalı buluyoruz, biraz vakit geçirip çıkıyoruz. Başka bir sokaktan Deniz'e keten, kapşonlu bir gömlek alıyoruz. Tabiiki herşey pazarlıkla. 300 diyorsa 100 e alıyorsun.
Sonra kahve içelim diye daha önce gördüğümüzde kapalı olan bir kafeye giriyoruz. Karavan adı. O kadar güzel bir avlusu ve öyle hoş bir dekorasyonu var ki.. Çeşitli bitkilerin, heykellerin olduğu, iç mekanında tatlı bir barın ve piyanonun olduğu şahane bir yer. Sanırım sahibi Fransız. Menü de çok iyi. Karides Tempura, Camembert Nugget ve La Ferme Ronge 2019 yarım şişe beyaz şarap alıyoruz. Her şey o kadar güzel ki yetinmeyip arkasından ben cassis (bir frenk üzümü likörü), Murat pastis istiyoruz. Sanırım buradaki en sevdiğim mekanlardan oluyor Caravan. Adı da güzel zaten. Bu bir işaret olmalı. Otele gidip biraz dinleniyoruz.
Akşam sahilde kumların üzerine havlumuzu serip güneş batana dek oturuyoruz. Buradaki en güzel anlardan biri. (Bu cümleyi o kadar çok kurdum ki artık inandırıcılığımı kaybetmiş olabilirim.) Sonra otele gelip terasta, dün Carefourdan aldıklarımızla küçük bir sofra kuruyoruz.
Mango, pasion fruit, bulduğum için sevinçten deli olduğum liçeler, kraker, blue cheese, kuru et ve bir Guerrouane Gris 2019 Meknes şarabı. (Gris 'gri şarap' gibi, sanki tozlu bir gül rengi. Geleneksel olarak kırmızı şarap üzümlerinden yapılıyor, ancak beyaz şarap yapım uygulamalarıyla. üzümleri uzun süre kabukları ile fermente edilmiyor, kabuklar kısa sürede ayrılıyor. Rose gibi yani. Fas'ın Guerrouane bölgesinden.) Oteldeki aileye de küçük bir tabak hazırlıyoruz meyvelerden. Vedalaşıyoruz. Buradaki son akşamımız. Gece on iki buçukta Dar Sdii'de (eski şehrin okyanusa bakan kapılarından biri) bizi bir taksici alıp Marakeş Menara Havaalanı'na götürüyor. Bu ayarlamaları Murat önceden yapmış. Bana kalsa otobüse binip Marakeş'e gider, taksiyle havaalanına gidip geceyi de havaalanında geçirir, sonra da büyük ihtimalle yorgunluktan bitap düşüp bir köşede bayılırdım. Ve hatta bu olay büyük ihtimal Essaouira'dan taksiyle havaalanına gitmekle aynı hesaba gelirdi. Gerek var mıymış? Yokmuş.
Taksici bizi bekliyor. Yol 2 saat. Dönüş yolundayız, yorgunuz, mutluyuz..
Posted by yolgunlukleri 20:05 Archived in Morocco
That’s amazing!!
by Musti22